Medyascope okurları yazıyor | Türkiye’de seçimin anlamı değişiyor: İktidarın yeni muhalefet stratejisi

Okurlarımızı, takipçilerimizi, izleyicilerimizi ve tüm destekçilerimizi görüşlerini Medyascope’ta dile getirmeye davet ediyoruz. Yazınız editoryal ilkelerimize uyar ve Yayın Kurulumuz tarafından da uygun görülürse, web sitemizde imzanızla yayınlanacaktır. Konuşan, tartışan, farklı fikirlerin dile getirildiği bir Türkiye istiyoruz. “Türkiye’de seçimin anlamı değişiyor: İktidarın yeni muhalefet stratejisi” başlıklı yazıyı, okuyucumuz Doç. Dr. Mustafa Bölükbaşı kaleme aldı.
Başka bir yazımda, Türkiye’de rejimin neden giderek sertleştiğini ve rekabetçi otoriterliğin sınırlarına yaklaştığını tartışmıştım. O yazıda, muhalefetin güç kazanmasının, “sistemin çökebileceği” korkusunu büyüttüğünü ve iktidarı daha sert yöntemlere ittiğini öne sürmüştüm. Dalga dalga gelen operasyonlar bu eğilimi iyice görünür kıldı. Otoriterleşme, iktidarın elindeki gücü koruyabilmesinin neredeyse tek yolu gibi görünüyor. Kaybetmenin maliyeti arttıkça, iktidarın geri adım atması da imkansızlaşıyor. Üstelik bu maliyet yalnızca siyasi iktidara değil; ona bağımlı hale gelen bürokrasi, sermaye ve medya aktörlerine de yayılıyor ve böylece rejim giderek daha kapalı ve daha sert bir yapıya sürükleniyor.
Bu sürecin, iktidar bloğu içerisindeki olası çatlakları önlemeye yönelik bir işlevi de var. Özellikle İmamoğlu’nun sermaye çevreleriyle kurduğu ilişkiler üzerinden bu çatlakları kullanmaya başladığı sıkça konuşuldu. Hatta bu çevrelerde “müstakbel Cumhurbaşkanı” imajı oluşturduğu iddiaları da ortaya atıldı. İmamoğlu, bu nedenle iktidarın dikkatini ve tepkisini fazlasıyla üzerine çekmiş oldu. Onun tutuklanması, söz konusu çevrelere de açık bir mesajdı: Karşıma geçerseniz, sonuçlarına katlanırsınız.
Elbette içerideki dengeyi korumak iktidar açısından çok önemli. Ancak asıl hedef, seçim yoluyla iktidar değişimini imkansızlaştırmak. İktidarın yargı operasyonlarıyla temel amacının en güçlü rakibini, yani İmamoğlu’nu yarış dışı bırakmak olduğu apaçık ortada. İmamoğlu, 2014 yerel seçimlerinden bu yana katıldığı tüm seçimleri oyunu artırarak kazanan bir lider profili çiziyor. En son 2024 İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminde, eski Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’u bir milyon oy farkla yendi. CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı olarak ilan edilmesinden yalnızca birkaç gün önce, üniversite diploması iptal edildi ve hemen ardından tutuklandı. İmamoğlu, toplumun neredeyse her kesiminden seçmenle bağ kurabilen bir lider olmasaydı, üstün bir seçim performansı göstermeseydi, ülkeyi yönetmeye yönelik bir vizyona sahip olmasaydı ve en önemlisi muhalefet saflarında yer almasaydı, bugün içeride olmayacaktı. Üstelik tutuklanan yalnızca İmamoğlu değil; onunla birlikte hareket eden ve Cumhurbaşkanlığı kampanyasını yürütecek profesyonel yönetim ekibi de tutuklandı. Bu hamleyle amaçlanan, kampanya yürütme kapasitesini felç etmekti.
İktidar, aylardır CHP’li belediyelere yönelik baskılarını artırıyor. Görünüşte bu operasyonlar yolsuzluk soruşturmaları olarak sunuluyor. Ancak diğer belediyelerde hiçbir sorun yokmuş gibi davranılması, Türkiye’deki çifte hukuk düzeninin açık bir göstergesi. Hukukun muhalefetin cezalandırılması için bir baskı aracına dönüştüğü bu yapı, iktidara yakın olanlar için bambaşka bir hukuk rejimi işletiyor. Bu davaların en zayıf noktası da burada. Kamuoyu, buradaki siyasi gayeyi açık bir şekilde görüyor. Dolayısıyla bu operasyonları yalnızca yolsuzlukla mücadele başlığı altında okumak, Türk siyasetini derinlemesine bilmemek ve otoriterleşmeye göz yummak anlamına gelir.

İktidar, yalnızca İmamoğlu’nun adaylığını değil, aynı zamanda demokrasinin son kalesi haline gelen ana muhalefet partisini de hedef alıyor. Yargı müdahaleleriyle CHP’yi zayıflatmak, partiyi kendi iç meselelerine gömmek ve böylece iktidara alternatif olabilecek bir yönetim programı üretmesinin önüne geçmek amaçlanıyor. CHP, Mart 2024 yerel seçimlerinde 47 yıl aradan sonra Türkiye’nin birinci partisi konumuna yükseldi. İstanbul genelinde 39 ilçenin 26’sını, Türkiye genelinde ise 81 ilin 35’ini kazandı. Böylece Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 65’ini ve ekonomik büyüklüğün yaklaşık yüzde 80’ini kapsayan belediyeleri yönetme yetkisini elde etti. O günden bu yana yapılan tüm kamuoyu araştırmalarında da Türkiye’nin birinci partisi olmaya devam ediyor.
Bu nedenle, davalar yoluyla CHP’nin 2024 yerel seçimleriyle ortaya çıkan enerjisini soğurmak, partiyi iç çatışmalara sürüklemek ve mümkünse bölmek amaçlanıyor. Seçmenin gözünde partiyi yıpratmak ve güvenilir bir yönetim alternatifi olarak görünmesini engellemek de bu stratejinin bir parçası. İktidar, seçim kaybetmenin açtığı meşruiyet krizini bu tür müdahalelerle kontrol altına almaya çalışıyor.
Seçmenin yüzde 40’ından fazlasının oyunu aldığı eski parlak günler çok geride kaldı. Bir zamanlar tek başına aldığı seçmen desteğini, bugün ittifak ortağıyla bile yakalayamıyor. Yapılan tüm kamuoyu araştırmalarında CHP’nin gerisine düşmüş durumda. Bu nedenle temel hedef, CHP’yi parçalayarak zayıflatmak ve Cumhur İttifakı’na sağ partilerden yeni destek sağlayabilmek. AKP, 2023 sonrasında sağ partilerden önemli sayıda transfer yaptı ve bu eğilimin devam etmesi bekleniyor. Üstelik önümüzdeki dönemde, erken seçim, anayasa değişikliği ve “yeni çözüm süreci” üzerinden sağ ve Kürt siyasi aktörlerle yeni pazarlıklar yapma ihtimali de masada. Özellikle Cumhurbaşkanlığı seçiminin tek turlu bir sisteme dönüştürülmesi, rejimin sürdürülebilirliği açısından kritik bir çıkış yolu olarak değerlendiriliyor. Böyle bir değişiklik, en çok oyu alan adayın seçileceği bir sistemde, muhalefetin birleşik bir aday çıkaramadığı her durumda, iktidara önemli bir avantaj sağlayacaktır.
Bir diğer ve belki de en kritik amaç, gündemi toplumun gerçek sorunlarından uzaklaştırarak CHP’yi kendi iç meseleleri ve taht kavgalarıyla boğmak. Türkiye derin bir ekonomik kriz içinde. Ücretliler enflasyon karşısında eziliyor; afet yönetiminden tarıma, eğitimden barınmaya kadar hemen her alanda sorunlar büyüyor. Bölgesel krizler ve savaşlar ise ciddi güvenlik riskleri yaratıyor. Ancak tüm bunlar uzun süredir gündemin dışında kaldı. Siyaset, aylardır toplumun gerçek sorunları yerine CHP’yi konuşmak zorunda bırakıldı. Hükümet kontrolündeki medya tarafından yürütülen yoğun propaganda sayesinde CHP, kamuoyuna sürekli kendi iç meseleleriyle boğuşan, dağınık bir parti olarak gösterilmek isteniyor.
Bir diğer stratejik amaç, CHP’yi sistem içi, kontrollü bir muhalefet partisine dönüştürmektir. Otoriter rejimin hegemonikleşmesinin önündeki en ciddi engel, bugün itibarıyla en güçlü kurumsal muhalefet partisi olan CHP. Partinin artan oy oranı ve toplumsal muhalefetle bütünleşme kapasitesi, mevcut otoriter yapının en kırılgan noktalarından biri haline gelmiş durumda. Otoriter rejimler, hegemonikleşebilmek ve meşruiyetlerini sürdürebilmek için sınırlı, denetimli ve kontrol edilebilir bir rekabet ortamını canlı tutmak zorundadır. Rekabet, iktidarın meşruiyetini destekleyecek fakat gerçek bir iktidar alternatifi doğurmayacak şekilde sınırlandırılır. Türkiye’de şu anda bu sınırlandırma, doğrudan CHP üzerinden inşa edilmeye çalışılıyor.
Erdoğan’ın Özel’e yaptığı “etkin pişmanlıktan yararlan” çağrısı, bu stratejinin açık bir ifadesidir. Beklenen rol net: CHP, sisteme demokratik bir vitrin sağlamalı ancak iktidara talip olmayacak ve rejimi zorlamayacak bir sınırda tutulmalıdır. CHP’den, sisteme meşruiyet görüntüsü kazandıracak kadar muhalif fakat iktidarı tehdit etmeyecek kadar kontrollü bir aktör olması bekleniyor. Böylece CHP, meşru ve yasal bir siyasi parti olarak kabul edilmeye devam eder, üzerindeki abluka gevşetilir, belirli sayıda milletvekili kazanmasına ve bazı büyükşehirleri yönetmesine engel çıkarılmaz. Ancak iktidar değişimini talep etmesi söz konusu bile olamaz.
Bu bağlamda, 19 Mart sonrası yürütülen operasyonların ve mutlak butlan tartışmalarının bir pazarlık aracı olarak kullanıldığı izlenimi güçleniyor. CHP’ye, İmamoğlu ve ekibini gözden çıkarması ve muhtemel anayasa değişikliğine destek vermesi karşılığında rejim tarafından sınırlı bir muhalefet alanı sunulabileceği mesajı veriliyor. Kılıçdaroğlu’nun son dönemde yaptığı açıklamalar, bu sistem içi muhalefet rolüne talip olabileceğine ve bu pozisyonu sürdürebileceğine işaret ediyor. Türkiye’de rejimin meşruiyetini sürdürmesi için, tıpkı bazı otoriter örneklerde olduğu gibi, denetimli bir muhalefet yaratmak artık merkezi bir hedef haline gelmiş durumda.
Yine de siyasette öngörülemeyen sonuçlar her zaman vardır. İktidarın, 19 Mart sonrasında CHP’nin bu kadar güçlü bir direnç göstereceğini öngörmediği artık net. Hatta bu direnç gösterilmeseydi muhtemelen Türk demokrasisi açısından daha kötü senaryolar da gerçekleşebilirdi. Yargı süreçleri partiyi meşgul ediyor ancak enerjisini tüketmek yerine, onu sahaya daha sık çıkarıyor, seçmenle bağını güçlendiriyor ve parti içi konsolidasyonu derinleştiriyor. Aynı şekilde, iktidarın toplumsal muhalefeti de hafife aldığı kanaatindeyim. Ankara, toplumun gerçekliğinden kopmuş durumda, eski moda kabullerle sahayı anlayamıyor. Oysa toplum, değişime her zamankinden daha hazır. Adalet, özgürlük ve refah talepleri hızla büyüyor. Geniş kesimlerde yeni bir hikâye talebi yükseliyor. Bugünden geriye dönülebilse, iktidarın 2019’daki İstanbul seçimini iptal ettirmek istemeyeceğini düşünüyorum. Çünkü o seçim İmamoğlu’nun hikayesini başlattı. Bugün de benzer bir durum yaşanıyor: İmamoğlu, iktidarın hedefinde kaldıkça büyüyor. Onun cezaevinde olması, kamuoyundaki desteğini ve etrafında oluşan duygusal bağı daha da güçlendiriyor.
Türkiye’de fiili bir rejim değişikliği içindeyiz ve bu süreç mevcut hukuk düzeninin sınırlarını aşırı zorlamayı gerektiriyor. Bu süreç ani bir kopuşla değil, mevcut hukuk düzeninin sınırlarını aşındırarak ilerliyor. Bu yöntem, iktidara kısa vadeli manevra alanı sunsa da uzun vadede hem sistemde hem de iktidar bloğu içinde ciddi bir belirsizlik yaratıyor. Sert rejim değişikliklerinde oyunun kuralları hızla yeniden çizilirken, bu kademeli dönüşümde hangi kuralın, hangi durumda, kimin aleyhine çalışacağı asla tam olarak öngörülemiyor.
Belirsizlik iktidar bloğunda da rahatsızlığa neden oluyorDolayısıyla atılan adımların yarın hangi sonuçlara yol açacağı, hatta bu sonuçların bizzat iktidara nasıl geri dönebileceği hiçbir zaman kesin değildir. Bu belirsizlik, iktidar bloğunda da rahatsızlık yaratıyor. AKP içerisindeki bazı hukukçular, mutlak butlan tartışmasının yaratabileceği tehlikelere dikkat çektiler. Yüksek Seçim Kurulu kararlarının mahkeme yoluyla iptal edilmesinin önünü açmak, yalnızca mevcut muhalefeti hedef almakla kalmaz; bu yol bir kez açıldığında, tüm siyasal sistemin işleyişini felç edebilir ve hatta geçmiş seçimleri de tartışmalı hale getirebilir. Bu hukuki açmazın gelecekte dönüp iktidar bloğu içerisindeki aktörleri de vurabileceği endişesi, iktidar çevrelerinde yüksek sesle olmasa da açıkça dile getiriliyor.
Bu nedenle, safları sıklaştırmak ve muhalefeti boğmak amacıyla başlatılan bu davaların, tersine bir etki yaratma ihtimali de göz ardı edilmemeli. Rejimi konsolide etme amacıyla atılan bu adımlar, iktidar bloğu içinde yeni çatlaklar doğurabilir ve mevcut dengeyi daha da kırılgan bir hale getirebilir. Atılan her adım, yalnızca iktidarın mühendislik çabalarını değil, toplumun değişim talebini ve muhalefetin direncini de büyütüyor. Türkiye’de siyaset, artık yalnızca iktidarın yazdığı bir senaryo değil. Bu hikâyenin nasıl biteceğine, yalnızca iktidar değil, muhalefet ve toplum da karar verecek.
Mustafa Bölükbaşı kimdir?
Uşak Üniversitesi’nde (Rektörlük) Siyaset Bilimi Doçenti olarak görev yapmaktadır. Araştırmaları siyasi partiler, parti sisteminin parçalanması, sağ siyaset ve seçim kampanyaları üzerine olup, özellikle Türkiye siyaseti ve Güney Avrupa’daki karşılaştırmalı gelişmelere odaklanmaktadır. Uluslararası hakemli dergilerde makaleler yayınlamış olup, son çalışmaları rekabetçi otoriter rejimler altında sağın parçalanması ve seçim rekabetinin dinamikleri üzerine yoğunlaşmaktadır.
Medyascope