Sanattan direnişe uzanan yolculuk

Meltem Sezen Kılıç-Deniz Zeka
Sanatın, edebiyatın ve müziğin evrensel diliyle yoğrulmuş bir yaşam…
Zülfü Livaneli’nin evrensel ölçekte yankı bulan yaşam öyküsü, belgeselci Nebil Özgentürk’ün şiirsel anlatımıyla yeniden hayat buldu. Belgesel, Türkiye'nin yakın dönem tarihine, kültürel değişimlerine ve siyasal çalkantılarına da derinlemesine bir bakış sunuyor. Ülkenin kültürel ve politik belleğinde derin izler bırakmış bu iki güçlü isim, ‘Livaneli Belgeseli’nde buluşarak yalnızca kişisel bir hayat hikâyesini değil, bir halkın hafızasında yer etmiş ortak vicdanı, çağın ruhunu, acılarını ve umutlarını ekrana taşıyor.
Belgeselde Türkiye’nin zorlu dönemlerinden süzülen yaşam öyküsü, direnmenin ve sanatla iyileşmenin mümkün olduğunu hatırlatıyor. Bu anlatı aynı zamanda toplumun ruhunda yankı bulan bir yüzleşme daveti. Özgentürk’ün sinemasal anlatımında görüntüler kadar sessizlikler, olaylar kadar tanıklıklar, anılar kadar duygular da anlatının yapı taşları haline geliyor. Özgentürk ile belgeseli üzerine konuştuk.
Livaneli’nin gençliğine seslenişi sahnesi nasıl ortaya çıktı?
Bu sahne Zülfü Livaneli’nin fikriydi. Bugünün Zülfü Livaneli’sinin 26 yaşındaki Zülfü Livaneli’ye umut verdiği, “Merak etme, sen bu işkence odalarından kurtulacaksın. Büyük besteler yapacaksın, romanlar yazacaksın, hep dik duracaksın” dediği sahne. O sahne, Türkiye’nin tarihine metaforik bir gönderme içeriyor. Belgeselin sahibi, ona konu olan kişidir. Hele ki bu kişi Zülfü Livaneli gibi hem müzikte hem edebiyatta hem de fikir dünyasında büyük bir yaratıcılık taşıyorsa, onun fikirleriyle hazırlanmış bir belgeselin milyonlara ulaşması çok daha anlamlı. Karşımızda hayatı yazıyla, sanatla geçmiş bir insan var. Onun fikirleriyle şekillenen bir belgesel, ustalık döneminde 60’a yakın eser bırakmış bir ismin hikâyesi olarak çok kıymetli. İlk belgeselini 1999’da iki bölüm hâlinde çekmiştik, çünkü hikâyesi bir bölüme sığmamıştı. Bu yeni belgesel, teknolojik gelişmeleri ve onun dünya çapındaki tanınırlığını da dikkate alarak hazırlandı. Onun yaratıcılığı bu anlatının temelini oluşturdu.
Hazırlık süreci nasıldı?
İllüstrasyonlar, kurgu ve metinler titiz bir ekip çalışmasının ürünü. Metinler bana ait olsa da, ‘Sevdalım Hayat’ kitabı bize büyük ilham verdi; anılar üzerinden sahneleri tasarladık. Her aşamada Livaneli’nin görüşünü aldık, illüstrasyonlar da dahil. Biz belgeselciler olarak kuşaktan kuşağa izlenecek bir sanat eseri hayal ederiz. Bir buçuk yıl süren bir teknik ve içerik süreciydi. Belgeselin orijinali 4 saat, gala versiyonu ise 2 saat; bunu da birlikte kısalttık.
Belgeselin gençler için ne tür bir işlevinin olmasını istersiniz?
Söz uçar, yazı kalır. Belgesel yıllarca döner. Sanat eseri gibi yapılırsa 2050’de de izlenir. Çünkü biz haber programı yapmadık. Biz bir yaşam öyküsü, ama sanatsal dokusu olan, müziğiyle, anlatımıyla özenli bir iş yaptık. Belgesel; roman gibi, öykü gibi anlatılmalı. Zülfü Abi’nin zorluklardan geçip yine de umutla üretebilmesini göstermek istedik. Belgeselde 60-70 yılı anlatıyoruz. Bazen karanlık, bazen aydınlık dönemler… Ama onun hikâyesinde hep bir coşku, direnç var. Bugünkü kuşaklara da bu umudu bırakmak istedik.
Belgesel neyin altını çiziyor?
Zülfü Livaneli’yi anlatarak ülkeyi de anlattık. Ben her zaman umutluyum. Herkes belgesel izleyecek diye bir şey yok. Ama yine de milyonlara ulaşıyoruz. Âşık Veysel’in türküleriyle, Yaşar Kemal’in romanlarıyla, Nâzım Hikmet’in şiirleriyle, Neşet Ertaş’ın bozlaklarıyla hiç karşılaşmamış insanlar var. Ama aynı zamanda çok değerli üniversite öğrencileri, akademisyenler de var. Ben konferanslara katılıyorum. Lise öğrencilerine Atilla İlhan’ı, Neşet Ertaş’ı, Yaşar Kemal’i anlatıyorum. Bu benim 38 yıllık emeğim. Belgesel döner, yıllarca izlenir. Livaneli’nin eserleri binlerce yıl kalacak. Her kelimesi bir tavır, bir direniş anlatıyor. Biz bu değerleri yansıtmakla yükümlüyüz.
***
TOPLUMSAL HAFIZAYI DİRİ TUTMAYA ÇALIŞAN ANLATICIBelgesel, basit bir kronolojiye dayanmıyor; aksine, Türkiye’nin toplumsal kırılmalarını, aydınların yaşadığı baskıları, düşünsel dönüşümleri ve özgürlük arayışlarını çok katmanlı bir bakış açısıyla işliyor. Belgeseli oluşturan önemli unsurlardan biri de Nebil Özgentürk’ün kendine özgü anlatı dili ve kadrajı. Özgentürk yalnızca kamera arkasındaki bir belgeselci değil; geçmişin izini süren, toplumsal hafızayı diri tutmaya çalışan, insan hikâyelerine derin bir duyarlılıkla yaklaşan bir anlatıcıdır. Onun belgesele kattığı şiirsel dokunuş, izleyiciyle kurulan duygusal bağı daha da güçlendiriyor.
BirGün